21 Mart 2011 Pazartesi

Janggeum'ın Rüyası - Saraydaki Mücevher



Güzel bir İzmir gününden size merhaba diyorum. Dışarıda kocaman bir güneş, tuz kokusu ve martı çığlıkları var. Aslında bloglar açık olsa rahat gireceğim ama yine arka kapıdan girdim. Aslı Hanım , Çınarcığımın geçen gün bir resmini beğenmiş. Paşam tepside noddle yiyor. O noddle paketlerini görünce nasıl sevindi, nasıl çığlıklar attı görmeliydiniz. "Anne bunlar Janggeum'ın erişteleri mi?Onlardan değil mi anneciğim?" dedi durdu. Size Janggeum'u tanıtmak istedim. Doğum iznindeyken Trt1'de "Saraydaki Mücevher" diye bir dizi vardı. Google da falan aratırsanız, "Ah Aslı bunlarımı izliyorsun" demeyin.



Bak anlaşalım, bu diziden sonra beni küçük görmeyin. Genelde arkadaşlarım "Aslı böyle şeyler izlenir mi? Bu başka çeşit insanlar için" diye yakınıyorlar ve gülüyorlar. Oysa çok güzel bir diziydi. Başından sonuna tüm bölümlerini izlemişimdir. Saray mutfağında yemek yapan bir çırak kızın hikayesi. Güney Kore yapımı bir dizi. Ama erdemlerden bahseden, çalışmanın ve başarının sırlarından,saray entrikalarından bahsediyor. Ayrıca dizideki tüm bayanların saçlarına, takılarına ve giysilerine hayranım. O dizi sayesinde kereviz pişirirken tuz atmamayı, onun yerine saplarını eklemeyi, dut yaprağının tansiyona iyi geldiğini, sarımsak aromasının kasımpatı çiçeğiyle ancak bastırılabileceği gibi şeyler öğrendim. Gülmeyin. Nolur gülmeyin bana. Şimdi Yumurcak Tv'de aynı dizinin çizgi filmini yapmışlar. Adıda: "Janggeum'ın Rüyası" (Cangum'un Rüyası) Bu çizgi film olduğu için saray entrikaları ve uzatılmış aşk hikayeleri yok. Çocuklara göre birşey. Çınarcıkla onun yemek macerasını izliyoruz. Janggeum'un saray mutfağına kabul edilişi yaptığı eriştelerle oluyor. Çınar, ondan "janggeum eriştesi" dediğim herşeyi yer. Dünkü bölümünde bir yemek yarışması vardı ve tabii ki kazanan küçük kahramanımızdı. Rakibi ikinci oldu. Bu diziyle yemek yapmanın: "doğrayıp ısıl işlem uygulamak olmadığını" bir kez daha öğrendim. Ben zevkle izliyorum, sizlerede tavsiye ederim. Sevgiler.

8 Mart 2011 Salı

Blogsal Durumlar

Merhabalar,
Bugün kaçak girdim bloguma. Bu ne haldir arkadaşlar? Arka kapıdan, gizlice, ebeveynlere çaktırmadan girmek hiç yakışıyormu? Ayıp ya da yasak birşey yapmadım ki ben. Blogsuzlukta bloğumu ne kadar sevdiğimi. Bu işin benden enerji almadığını, bir üreteç gibi çalıştığını- bana enerji verdiğini anladım. Bilgisayarla ilgili birşey yapasım yok artık. Yüklemem gereken aileme gösterecek belki yüz tane resmim oldu ama facebook a yüklemeye bile üşenir oldum. Özgür günlerde görüşmek dileğiyle...

1 Mart 2011 Salı

Baharın İlk Günü

Merhabalar,
Baharın ilk gününe merhaba dedik. Sabah açan güneş sanki dünden daha parlaktı. Değil miydi? Bana mı öyle geldi? Güneşten tam emin değilim ama doğa kıpırdanmaya başlamış. Artık filizi yeşili daha sık görür oldum. İş yerinde uzun dönemdir sıkı bir tempoda çalışıyoruz. Figen ve diğer arkadaşlarla bahçe turları yapmayı özledim. Tolga, daha dün, artık bahçede, serinlikte soğuk bir şeyler içmeyi özledim diyordu. Benimse canım aynı bahçede renk cümbüşünden yana bir şeyler özlüyor. Yerlerden tohum toplayan kuşların resmini çekmek istiyorum. Ya da oyun parkının yanındaki sümbülleri koklamak istiyorum. Sarı çiçeklerin açmalarını izlemek istiyorum. Bütün bunları geniş bir gönülle, doğaya odaklanarak başka hiçbirşey düşünmeden yapmak istiyorum. İşten nefes almaya çıkmak demek benim için bu demek. Bundan 1- 1,5 ay öncede gerçi Figen’le bahçe turlarımız güzeldi. Çünkü o zamanda dalından mandalina koparıyorduk, kuytuda bir yerlerden nar aşırıyorduk. Koca kazık kadar olmuşsunuz, paranız mı yok demeyin. Aynı şey değil. Dalından bir tane kopartıp paylaşmak çok güzel. 1 Mart’la birlikte kulaklarımda bahar şarkıları çalmaya başladı. Playback yaparak Ezginin Günlüğü dinliyorum. Zuhal Olcay’ın sonbahar-kış şarkıları yerini yavaş yavaş Ezginin Günlüğü’ne ve Burçak Tarlası gibi hareketli türkülere bırakacak.
Yarın görüşürüz.