29 Eylül 2010 Çarşamba

Kilimli

Merhabalar,
Zonguldak’ın Kilimli ilçesinden sesleniyorum. Bugün Pınar’cığımızı ziyaret edip, öğlen beraber yemek yemeğe karar verdik. Dışı güzel görünen bir kebapçıda yemek yedik. Bu yemek küçük yerlerde her şeyin güzel olamayacağına bir kanıttı. Ondan adını adresini vermiyorum. E bari biraz çabuk sindirelim diye yürüyüş yaptık. Sahile indiğimizde Kilimli Belediyesi’ne hayran kaldım. Küçük yerlerdeki çocuklar meğer ne şanslıymış. Benimkisi şehirli koskoslanması. Lütfen söyleyin, siz hç halka açık bir belediye parkında böyle oyuncaklar gördünüz mü? Biz burada dakikası bilmem kaç TL ye çocukları böyle parklara götürüyoruz.





Önce şövalyeli, ardından korsanlı-kaptanlı oyunlarla deniz kenarında koşturduk. Burada sürekli yağmur yağdığı için çocuk arklarına kum koymamışlar. Sürekli çamur oluyormuş. Her taraf halı kaplı.
Bu oyuncakların önünde coşkun bir deniz var.
Ara ara kamelyalar konmuş, diğer yerlerde de bir sürü bank var. Sarı oğlum Çınar’la karga bulamadık, bankarın, ağaçların arasında güvercin kovaladık.



Kilimli’deki sahil şeridinde dikkatimi çeken şeylerden biride, maden vagonuydu.



Burada tren hala çok kullanılan bir taşıt. Trenin bu kadar kullanılması çok hoşuma gitti. Daha önce bir süre mağaracılık yaptığım için o ellerinde fenerlerle madenci heykellerini ve madencilerin dünyasını kendime yakın buldum. Size klostrofobik gelebilir; mağaralarda gün ışığı yoktur. Işığınızı söndürdüğünüz anda, körlerin karanlığına kavuşursunuz. Körlerin karanlığı dememin sebebi, normalde gözlerinizi kapatsanızda ışık sızar, benekler, biçimsiz şekiller ya da koyu bir grilik görünür. Körlerin karanlığında hiçbir ışık zerresi yoktur. Toprakla kaplı olmak ya da yer kürenin içinde bir yerlere ilişmek böyle bir şey. Üzerinize bir yorgan gibi dünyayı çekmiş olursunuz.
Neyse… Gezimize döneyim. Parkta koşuşturmaktan biraz terledikten sonra sıcak birşeyler içmek için etrafa bakınırken, Halk Evi’ni gördük. Merak edip içeri girdik. Biz çay, Çınarcığımda oraletini içerken etraftaki posterlere, özlü sözlere, oraya gelen insanlara baktık. Hemen bizimle tanıştılar. İzmir-Zonguldak, deniz-kaptanlık gibi konulardan sonra kaltık.Zonguldak’ta bu insan ilişkilerindeki sıcaklık,içtenlik öldürecek beni. Nereye giderseniz gidin hemen yabancı olduğunuzu anlıyorlar ve kime geldiğinizi soruyorlar. Öğrendikten sonra onu tanıyan insan arayışına geçiliyor. Herkes gelen turiste yardımcı olmaya çalışıyor. Hatta kaç kere sorduğum adrese beni yürüyerek bıraktılar. Hala böyle insanlar var mıydı? Kilimli’nin köylü pazarına gittiğimizde ben özümü buldum. En çok olgun olgun kızılcıklara sevindim. Babannemler kızılcığa “kiren” derler, Akdenizlilerse “ergen” der. Tadı hem ekşi, hemde lezzetli diye herhalde. Pazarda satılan değişik şeylerden bir diğeri boy otuydu.



Bu bitkinin kuru kısımları ve tohumları tarhana yapımına kullanılıyor. Güzel kokulu. Bir diğer farklı şeyde kırmızı biberdi. Pazarda görünce dayanamadım aldım. Kırmızı çarliston biberi. İzmir’de bir turşu fabrikası, bu kırmızı biberi önce kurutuyor, ardından turşusunu yapıyor. Tabii ben yemeğe doyamıyorum :) Sabiha anneyle deneyeceğiz, bakalım nasıl bir şey olacak.



Kırmızı biberi, nasıl tüketeceğimi satan kadına sorduğumda “bilmem salataya koy, yemeklere falan kat” dedi. Turşusunu yapmayı planlıyorum dediğimde “Uyyy, ne bilem hiç turşusunu duymadık” dedi. Bize kulak misafiri olan yan komşusu, “Aha bi deneyelim” diye katıldı. Oradakileride turşuya kışkırttık. İnşallah güzel bir şey olurda rezil olmayız. Önümüzdeki günlerde Amasra’da olacağız. Görüşürüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız İçin Teşekkürler